Müzik dinlemeyi sevmeyen yoktur. Ancak bazılarımızın müzikle olan bağı sadece güzel bir melodiyi dinlemekten geçerken bazılarımız o müziğin arka planını da derinlemesine bilmek ister. Her müziğin farklı bir hikâyesi, bu hikâyeyi yaratan kahramanların da izlenmeye değer yaşam öyküleri olur genelde. İşte bir melodiyi diğerinden ayıran da bu öykülerin ne kadar değerli olduğuyla ilintilidir.
Son dönemde, müzik severler olarak ruhumuzu doyuran müzikleri dinlemenin yanı sıra, seyir zevkimizi tatmin eden birçok müzik belgeselini izlemeyi de alışkanlıklar listemize ekledik. Amy Winehouse, Kurt Cobain ve Jimi Hendrix gibi hayata veda etmiş efsanevi isimler için çekilen belgesellerin dışında müzik kültürlerini, bu kültürlerin belli ülkelerdeki gelişimini ve insanlar üzerindeki etkilerini anlatan belgeseller de çok tercih edilen müzik belgeselleri arasında.
Bu sonbaharda ise en çok izlenmeye aday üç büyük müzik belgeseli var. Red Bull TV’den (www.redbull.tv) opsiyonlu olarak seçilerek izlenebilecek belgeseller Marco Collins’in hayatını, radyo programcılığında bir efsaneye dönüşmesini, yaşadığı düşüşü ve geri dönüş çabasını anlatan The Glamour and the Squalor; rock müzik tarihinde önemli bir kesit olan punk müziğin Kaliforniya çöllerinde yarattığı yer altı kültürü anlatanLo Sound Desert; DIY punk müzik kültürünün Washington DC’deki gelişimini ele alan Salad Days… Belgesellerin konularını sizler için derledik. İlginizi çekenleriwww.redbull.tv adresinden izleyebilirsiniz.
Lo Sound Desert –(Joerg Steineck belgeseli)
Rock müzik tarihinde önemli bir kesit olan punk müziğin Kaliforniya çöllerinde yarattığı yer altı kültürünü anlatıyor. 80’lerin başında swing kültürünün yaygın olduğu ve bölgenin dar görüşlü yapısında kendine yer edinemeyen DIY(do it yourself) punk müziğin Coachella vadisinde oluşturduğu bu yer altı kültür Kyuss ve Queens of the Stone Age gibi grupları müziğe kazandırıyor. Belgeselde, Kyuss grubundan Brant Bjork, Solarfeast grubundan Nick Nava, Queens of the Stone Age grubundan Joshua Homme gibi önemli isimler müzik kültürünün gelişimini kendi pencerelerinden anlatıyor.
Salad Days –(Scott Crawford belgeseli)
DIY punk müzik kültürünün Washington DC’deki gelişimi ele alınıyor. Belgeselde, kendisi de Washington DC’de yetişen Crawford daha önce pek çok kez anlatılmış Nirvana ile gelişen punk kültürünün Washington’daki yüzünü dünyaya göstermek istiyor. Dünya müzik tarihinde önemli bir yer edinmiş bu yer altı kültürünün hikâyesi, bu kültürü yaratanlar tarafından anlatılıyor. Daha önce hiç görülmemiş performans kayıtları, röportajlar ve fotoğraflara yer veren belgeselde Minor Threat, Bad Brains, Black Market Bab, Void, Government Issue, Scream gibi DC punk gruplarının hikâyesini bulmak mümkün.
The Glamour and the Squalor – (Marq Evans belgeseli)
Marco Collins’in hayatını, radyo programcılığında bir efsaneye dönüşmesini, yaşadığı düşüşü ve geri dönüş çabasını anlatan bir belgesel. Seattle’ın 107.7 frekanslı The End radyosunda bir efsaneye dönüşen ve her zaman yeni kayıtların ve grupların peşinde olan Marco Collins, Nirvana, Pearl Jam, Garbage, Alice in Chains, Soundgarden, Beck, Daft Punk gibi müzik tarihine damga vurmuş ve vurmaya devam eden isimlerin popülerlik kazanmasında önemli rol oynamış biri. Nirvana’nın kendisine hediye ettiği Nevermind Gold Record’unu kaybetmiş ve umutsuzca bulmak istiyor; bu durum belgeselde Collins’in başarısını, düşüşünü ve geri dönüş çabasını güzel yansıtıyor. Belgeselde, Collins’in radyodan görüntüleri, grupların performanslarından eski kayıtlar ve geçmişi anlatan animasyonlar da var. Günümüze geldiğimizde geçinmek için emlak işleriyle uğraşan Marco’nun hala yeni gruplar ve müzikler peşinde olduğunu görüyoruz, fakat günümüz dünyasında müzik marketinin çok farklı olduğu vurgulanıyor. Öyküde internet ile istenilen her şeye ulaşılan bir dünyada, aslında ulaşılan şeyin pek bir önemi kalmıyor ve bu nedenle asıl bu zamanda Marco gibi öncü insanlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanıyor.
