Eylül, hüznünü eteklerinden saçlarımıza dökerek yavaşça salındı gözbebeklerimizde. Hafif bir üşüme hissi, biraz durgunluk, biraz da yorgunluk belirdi bedenlerde.
Yalnızca insan fiziksel olarak mı üşür sonbahar gelince? Sararan yapraklarla birlikte ruhumuz da salkım saçak dökülmez mi! Uzmanlar, zaman zaman bu konuda açıklamalarda bulunup, uyarılar yapıyor; güz depresyonuna dikkat!
Bu bilimsel bir gerçeklik sanırım, ya da düşünen her canlı bunun sebeplerini bulup çıkarabilir aslında. Bir anda sıcaktan soğuğa geçiş, gün içerisinde değişen hava şartları, gökyüzünün mavisini çalan grimsi yağmur yüklü bulutlar, çıplak kalmış dallar ve değişen sıcaklık değeriyle birlikte oluşan bedensel değişimler…
İzahı basit: ‘’ Her sonbahar, biraz üşütüyor. Bu mevsim bizi de kendine benzetiyor! ‘’
Her mevsimin kendine özgü bir atmosferi/etkisi var insanlar üzerinde. İlkbahar, neşe verirken, yaz coşkuyu arttırıyor, kış ise masal mevsimi; hani sıcacık bir kuytuda battaniye altında kent öykülerinin anlatılıp, dinlendiği o mevsim kış…
Sanırım dışımız kadar içimizin de ısıya ihtiyacı var. Bundandır mevsimlerin bize kattığı bu duygusal devinimler.
Ama bir gerçeklik daha var ki; hayat akmaya devam ediyor ve mevsimler bize değil, biz onlara ayak uydurmak zorundayız.
Özellikle çalışan kesim için zor günler kapıda. Yorgunluk, isteksizlik, küçük bunalımlar, kendini kemiklerde ortaya çıkaran ağrı sızı, keyifsizlik, vs…
İşte bu yüzden biraz da esprili bir yaklaşımla her sonbahar uyarırım eşimi dostumu:
‘’Bu mevsim kapı ve pencerelerinizi açık bırakmayın; havada dolaşan hüzün polenlerine dikkat edin, konu komşuyla fikir alışverişinde bulunmayın, sıcak şeyler tüketin ve daima gülümsemek için nedenler arayın!’’
Sonbahar! Adı üstünde, hep ürkütmüştür bizi sonlar. Son’la başlayan bir mevsimin hayatımızda son’lara değil, güzel başlangıçlara vesile olması ümidiyle…
Sağlıcakla kalın!
PELİN KAPLAN